Ali Sirmen: Kader mi?

 
Ali Sirmen: Kader mi? Ali Sirmen: Kader mi?

Yürek parçalayıcı ve insanın 21. Bu yine de dayatıyor, kaza kader değildir diye. ***Gerçekten de kararı anlamak mümkün değildir. Bu gibi durumlarda hep isyanla karışık olan şunu soruyorum: “Bu kadar hamakat, bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar gaddarlık, bu kadar hak tanımazlık, bu kadar sevgisizlik kader mi?”***Kaç yıl oluyor, Bayburt’ta yedek subay askerliğimi yapıyorum. Olacağı varsa olur. Kimse bir umar tavsiye edemiyor. Ve hemen yapıştırıyor: “Eyvah şimdi düşeceğim. Tahsin’i de daha yeni kaybetmişiz. Aldım yanıma, başladı söylenmeye. Geçen gün Samsun’a gidiyoruz. yüzyılda varabildiği zekâ, merhamet, diğerkâmlık, dürüstlük, sevgi ve anlayış düzeyi hakkında hem hüzünlendirecek hem de utanılacak duygularla başbaşa kalıyorum. Otobüsten bileti aldık. Devlet de bunları isteyenlere peşkeş çekmeye hazır. Bir emir geldi İstanbul’a gideceğim. Şoför anlatmaya başlıyor: “Teğmenim benim bir sınıf arkadaşım var. Bayburt’tan çıkıp Ziganaları tırmanarak başlayan yolculuğumuz ilginç geçiyor. Geçenlerde yaşadığımız bir olayı emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk bir programda anlattı. Beni yedek teğmen olduğum için olsa gerek şoförün yanındaki mahalle aldılar. Tuzla’da piyade okulunda bir törene gitmek için dışarı çıkmaya hazırlanan genç asteğmenlere Atatürk resmini yakalarına takmaları söyleniyor. Çektim arabayı sağa.  Gerçekten de üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olayla karşı karşıyayız. Tabii şoförün kulağını büküyorlar: “Aman dikkat et, geçenlerde Tahsin’in başına geleni unutma! İki de çocuk bıraktı arkasında. ",. Ve deprem hamakatın çaresizliği içindeki adam için değiştirilemez bir kader olarak kalıyor. Çünkü Atatürk resmini takmayı reddedenlerle bu hareketi kınayanlar aynı yaptırıma uğruyorlar. Hüzünleniyorum.  Sayıları üçe çıkıyor. Dayadım tabancayı kafasına. Kafam iyice bozuk. Hangimiz hayatta böyle bir durumla karşılaşmadık? Şoför ulusal tepki koyuyor ortaya. Benim de yine böyle bir Temel fıkram var: Temel yolda yürürken bir yandan da gazetesine bakıyor. . ”Şoför bıçkın. Programa katılan Haldun Solmaztürk bu kararın son derece yadırgatıcı olduğunu söylüyor. Ona iki kişi daha katılıyor. Hepsi boş laf. Bir şey olmaz evelallah!Hem de kaza dediğin nedir ki? Kaza kader.  Haldun Solmaztürk olayın pek sıradan olmadığını söyledi. Sordum:-Şimdi söyle ulan, kaza kader mi değil mi?Ama söyle Allah aşkına teğmenim, kaza kader mi değil mi?”Hadi söyle bakalım şimdi!. Yine televizyonda programları izlerken son günlerin en önde gelen tartışma konularından biri: Tarikatlar, cemaatler gözlerini milli eğitime, okullara dikmişler. Şimdiye kadar konuştuklarımızın hepsi boşa gittiğine göre bari konuşmayalım ve canımız sıkılmasın. Onların bu davranışını yadırgayan dört arkadaşı daha tartışmaya katılıyorlar. Tarikat ve cemaatler TSK’nin başında bir kader midir, değil midir hep beraber göreceğiz. Bunlardan biri öneriyi reddediyor. Tartışmaya başlıyorlar. ”Artık deprem konuşulmasından sıkıldım. İleride bir muz kabuğu görüyor. Sevgili,5-6 Şubat gecelerini televizyonun başında Hatay, Malatya depreminin birinci yıldönümü görüntülerini izleyerek geçirdim. Üçü resim takmak istemeyen, dördü de bunların o davranışına karşı çıkan olmak üzere yedi kişi hakkındaki karar şöyle oluyor: Yedi teğmenin de aynı suçtan TSK’den ihracına karar veriliyor. Kimse bir çıkar yolu gösteremiyor. İnatçı, dediğim dedik. .  Sonunda resmi takmak istemeyen bu üç kişiyle onların bu davranışını kınayan dört arkadaşı arasındaki tartışma soruşturma konusu oluyor. Sohbet ediyoruz.

Ali Sirmen: Kader mi?

 Sayıları üçe çıkıyor. Bir şey olmaz evelallah!Hem de kaza dediğin nedir ki? Kaza kader. Tabii şoförün kulağını büküyorlar: “Aman dikkat et, geçenlerde Tahsin’in başına geleni unutma! İki de çocuk bıraktı arkasında. Ona iki kişi daha katılıyor. Çektim arabayı sağa. İnatçı, dediğim dedik. Dayadım tabancayı kafasına.  Sonunda resmi takmak istemeyen bu üç kişiyle onların bu davranışını kınayan dört arkadaşı arasındaki tartışma soruşturma konusu oluyor. . Tartışmaya başlıyorlar. Bu gibi durumlarda hep isyanla karışık olan şunu soruyorum: “Bu kadar hamakat, bu kadar vurdumduymazlık, bu kadar gaddarlık, bu kadar hak tanımazlık, bu kadar sevgisizlik kader mi?”***Kaç yıl oluyor, Bayburt’ta yedek subay askerliğimi yapıyorum. Devlet de bunları isteyenlere peşkeş çekmeye hazır. Programa katılan Haldun Solmaztürk bu kararın son derece yadırgatıcı olduğunu söylüyor. Yürek parçalayıcı ve insanın 21. Bunlardan biri öneriyi reddediyor.  Gerçekten de üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir olayla karşı karşıyayız. Hüzünleniyorum. yüzyılda varabildiği zekâ, merhamet, diğerkâmlık, dürüstlük, sevgi ve anlayış düzeyi hakkında hem hüzünlendirecek hem de utanılacak duygularla başbaşa kalıyorum. Geçenlerde yaşadığımız bir olayı emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk bir programda anlattı. Onların bu davranışını yadırgayan dört arkadaşı daha tartışmaya katılıyorlar. Tuzla’da piyade okulunda bir törene gitmek için dışarı çıkmaya hazırlanan genç asteğmenlere Atatürk resmini yakalarına takmaları söyleniyor. Bir emir geldi İstanbul’a gideceğim.  Haldun Solmaztürk olayın pek sıradan olmadığını söyledi. Ve hemen yapıştırıyor: “Eyvah şimdi düşeceğim. Sohbet ediyoruz. ”Artık deprem konuşulmasından sıkıldım. İleride bir muz kabuğu görüyor. Otobüsten bileti aldık. ***Gerçekten de kararı anlamak mümkün değildir. Kimse bir umar tavsiye edemiyor. Çünkü Atatürk resmini takmayı reddedenlerle bu hareketi kınayanlar aynı yaptırıma uğruyorlar. Kimse bir çıkar yolu gösteremiyor. Tarikat ve cemaatler TSK’nin başında bir kader midir, değil midir hep beraber göreceğiz. Hangimiz hayatta böyle bir durumla karşılaşmadık? Şoför ulusal tepki koyuyor ortaya. Beni yedek teğmen olduğum için olsa gerek şoförün yanındaki mahalle aldılar. Üçü resim takmak istemeyen, dördü de bunların o davranışına karşı çıkan olmak üzere yedi kişi hakkındaki karar şöyle oluyor: Yedi teğmenin de aynı suçtan TSK’den ihracına karar veriliyor. Aldım yanıma, başladı söylenmeye. Bu yine de dayatıyor, kaza kader değildir diye. Şoför anlatmaya başlıyor: “Teğmenim benim bir sınıf arkadaşım var. Sevgili,5-6 Şubat gecelerini televizyonun başında Hatay, Malatya depreminin birinci yıldönümü görüntülerini izleyerek geçirdim. Bayburt’tan çıkıp Ziganaları tırmanarak başlayan yolculuğumuz ilginç geçiyor. Olacağı varsa olur. Kafam iyice bozuk. Geçen gün Samsun’a gidiyoruz. Benim de yine böyle bir Temel fıkram var: Temel yolda yürürken bir yandan da gazetesine bakıyor. Ve deprem hamakatın çaresizliği içindeki adam için değiştirilemez bir kader olarak kalıyor. Şimdiye kadar konuştuklarımızın hepsi boşa gittiğine göre bari konuşmayalım ve canımız sıkılmasın. ”Şoför bıçkın. Tahsin’i de daha yeni kaybetmişiz. Hepsi boş laf. . Sordum:-Şimdi söyle ulan, kaza kader mi değil mi?Ama söyle Allah aşkına teğmenim, kaza kader mi değil mi?”Hadi söyle bakalım şimdi!. ",. Yine televizyonda programları izlerken son günlerin en önde gelen tartışma konularından biri: Tarikatlar, cemaatler gözlerini milli eğitime, okullara dikmişler.